Gerçekler ve Tarih 2
  1. Ana Sayfa
  2. Dini Gerçekler

Gerçekler ve Tarih 2

Gerçek mi, Gölge mi, Şablon mu?

 

Bu gün size tarihteki birinden bahsedeceğim. Günümüzde bile onun öğretileri, sözleri ve hayat hikayesi sayesinde, bir çok kişinin peşinden gittiği, neredeyse herkesin sevgilisi bir kişi bu. Onun hikayesini eminim bir çok kişi en ince ayrıntılarıyla biliyor, ya da kim bilir belki ilk defa duyacağınız detaylar olacak.

Ortaya koyduğu öğreti bu gün hala bir çok kişi tarafından övülüyor, takip ediliyor. Bazıları ise neredeyse düşman! Hatta onu savunanları bir kaşık suda boğacak kişiler tanıdım. İlginç bir kişilik ve hatta bu tanımlama bence yeterli bile değil. Kendisi tarihe damgasını vuran en önemli kişiliklerden bir tanesi! Özellikle belli bir dönem arap dünyasında ve hala tüm dünyada milyonları peşinden sürükleyen bir doktirinin önderi. Söylemleri ve ortaya koydukları kendi döneminde dahi, ağzından çıktığında insanları hayran bırakan, yaşadığı toprakların dört bir köşesinden insanların, ziyaret etmek için birbiriyle yarıştığı bir kişiden bahsetmek istiyorum.

Kendisinin her iki ebeveyni aynı soydan geliyor. Asil bir soy bu. Ancak hem annesini hem babasını küçük yaşta kaybettiği ve sahipsiz kaldığı için yine başka bir soylunun hatta bölge yöneticisinin himayesine verilir. Bu kişinin kendisine ilk bakışını ve anasız, babasız kalmış birini sahiplenmesinden o kadar etkilenir ki, ona duyduğu minnettarlıktan dolayı, o da ilerleyen yıllarda onun oğlunu evlatlık olarak ilan edecek hatta kendi kızıyla evlenmesi için büyük uğraşlar sarfedicektir. Hatta tarihte anlatılanlara göre bu evlilik gerçekleşmiş!

Zengin ve aristokrat bir aileden geldiği için köleleri ve cariyeleri vardır ancak, bulunduğu toplumun aksine, onlara kötü davranışı desteklemez. Buna karşın, hak edenin serbest bırakılması gerektiğini iddia eder.

Belli bir yaşa geldiğinde bölgedeki adetler gereği bir kahine götürülür. Ve kahin kendisinde gördüğü ışık sebebiyle, ciddi bir eğitim alması gerektiğini, özel olarak korunması gerektiğini tavsiye ederek. Kendisinden sonra gelecek nesilleri aydınlatıcağını haber verir. Kahine göre seçilmiş bir kişidir o. Bunun üzerine kahramanımızın eğitim süreci başlamıştır.

Genç yaşta götürüldüğü ve eğitilmek üzere verildiği hocasının yanında üç sene kalır. Hocası olan o büyük alim, “gençlerimizi yeni tanrılarla tanıştırıp yoldan çıkarıyor” suçlamasıyla öldürülünce, bu ilim yuvasında onun en bilge öğrencisi başa geçer, ve artık kahramanımız hocasının en iyi adamlarından biri olur. Hocasının ders verdiği tırnak içinde “mağarada” çok genç yaşta başlar eğitimlere. Neden tırnak içinde “mağarada” dediğimi birazdan açıklayacağım. Söylenenleri en iyi en hızlı biçimde öğrenmek için bilen birilerini gördüğünde ağızlarının içine bakar. Bilgiye açtır çünkü. Sırrın özüne vakıf olma hırsıyla doludur içi. Etrafında ona bir şeyler anlatan herkese pervane olur. Cahiliye, toplumun en büyük düşmanıdır ona göre ve karanlıktan kurtulmanın tek yolu öğrenmektir.

Tek bir amacı vardır. Daha önce ortaya konulanları öğrendikten sonra, kendi doktrinini ortaya koyup, halkını bozulmuş bu düzenden kurtarmak ve herkesin refah içinde, mutluluk içinde, barış ve huzur içinde yaşama hakkı elde etmesi. Bu ona göre ancak bir şeylerin farkındaolmakla mümkündür sadece. Farkında olmakta, yani Furkan hale gelmek iyi olanı ve kötü olanı birbirinden ayırabilme kabiliyetiyle mümkündür. Ve bu da ancak ve ancak cehaletin sona ermesiyle peydah olacaktır.

Yeni hocasının ona ilk emri “ikra” olur. Bu “ikra”yı kitap okumak gibi algılamayın yalnız.  Hala aynı hatayı yapanlar var. Bu gün bile birçok kilisede, en iyi okuyanlar, yani hitabet sanatına en çok vakıf olanlar kürsüye okuyucu olarak çıkarlar ve ellerindeki metni onlar okur ve cemaat ise dinler. Yani okuyucular ve dinleyiciler ayrılmıştır. Hocasına göre o da bu cemaatteki en iyi okuyuculardan biriydi. Günümüzde hala yanlış bir çeviriyle, okuma öğrenmeye ithafen ona verilen “ikra” emri, sanki aynıymış gibi, kitap oku, öğren olarak çevriliyor. Oysa bu gün bile, bazı hristiyan kiliselerinde, kitaptaki pasajları, alıntıları okumaktan bir okuyucu sorumludur. Örneğin Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, okuryazarlığın nadir olması sebebiyle, ilim yuvalarındaki okuyucu özel bir statüye sahipti ve daha sonraki yıllarda bile bu gelenek korundu. Hatta çoğu doktrinde hala, okuma sünnettir bilirsiniz. Ama dinlemek farzdır.

Bu yüzden bütün tapınaklarda, medreselerde okumayı en iyi becerene bu unvan verilirdi. Diğerleri okunanı dinler ve kalplerine yazarlar. Bu sepeple en iyi okuyanlar bu ilim yuvalarında değerlidir. Tüm bu bilgiler ışığında hocasının ona verdiği “ikra” emrini, oku-öğren anlamında değil, bir topluluk önünde               oku (eng. Recite: ezberden okumak, nakletmek, ders anlatmak) başka bir deyişle vaaz et diye algılayabiliriz. Hatta bir çok kişi geri çevirmiştir “ben okuma bilmem!” diye. Çünkü vaaz etmek, bir topluluk önünde okumak başka bir meziyettir ve herkesin yapabileceği bir şey değildir. Bir çok kişi için özel bir eğitim gerektirebilir.

Tabi bu eğitim sürecinde, ilim, irfan dersleri alan ve özel olarak eğitilen kişiler arasında büyük çekişmelerde yaşanmaktaydı. Aslında aralarındaki bu yarış ilim yuvasının başına kim geçecek hırsından kaynaklanıyordu. Ki kahramanımız bazı konularda, buradaki herkesin ilahlaştırdığı hocasının düşüncelerine bile karşı çıkar bazen. Birazda bu yüzden, kafalarında kurdukları “putları” yıkmak istemeyen diğerleriyle, fikirleri konusunda karşı karşıya gelir. Hatta bunun için “hicret” etmek zorunda bile kalır, o çok sevdiği değer verdiği halk, artık kendisine farklı bir gözle, yaptığı bazı eylemler sebebiyle, dinsiz gözüyle bakmaktadır.

Hocası öldüğünde başa, başka biri geçtiğinde, kendisine de başka bir diyardan teklif gelir. Teklifi götüren başka şehrin yöneticisi, ölen hocasının hayranı ve öğrencisi olduğundan, kendi fikirlerine saygı duyduğu için ve sahip olduğu topraklarda daha hakkaniyetli bir yönetim anlayışı ortaya koymak için onu himaye eder. Hatta bu yöneticinin yeğeni ile evlenir. Bu arada bol bol seyahatler yapar. Bu seyahatler sırasında yaptığı gözlemler daha çok insan tanımasına, farklı kültürlerden daha çok beslenmesine yol açar. Artık yollara düşmüştür ve hayatı boyunca yaşadığı topraklardan ayrı kalmıştır.

Daha sonra başka bir şehre göç eder ve şehrin kurucusuyla yakın temasta bulunur. Onu eğitmeye, ona akıl hocalığı yapmaya başlar. Bu eğitim, o şehrin yöneticisine büyük krallığın yolunu açacaktır. Bu krala danışmanlık verdiği sırada, tek tek, bir çok kişiyi himaye eder, toplu olarak bazı şehirlere de iyilikler yapar ve belli konularda etraftaki birçok başka krala tavsiye şeklinde mektuplarda yazar. Hicret ettiği mekanda kralın himayesinde olduğundan ve hatta ona danışmanlık yaptığından dolayı “eli güçlendiği için” en büyük ideali terk ettiği şehre geri dönmek olur. Orayı adeta “fethetmek” ister ve kendi doktrinini, öğretisini yaymak ister insanlara. Orada tüm karşı propagandalara rağmen yeni bir “ilim, irfan yuvası” kurar. Tabi bunları tek başına yaptığını düşünmeyin, onu takip edenler, öğrencileri, etrafındaki sahabelerle gerçekleşmektedir bu olaylar.

Kahramanımızın kadınlara bakış açısı çok eleştirilir. Bazen kendi sevenleri bile. “kadınlar doğaları gereği eksik varlıklardır” der. Kadınlar evcilleştirilmiş hayvanlardan hallicedir ona göre, himaye edilmesi gereken varlıklardır. Kendisiyle yaş farkı olan ilk karısı öldükten sonra başka bir kadınla evlenmiştir. Hatta rivayetlere göre, bu kadının itibarının pekde iyi olmadığı aktarılıyor. Bir başka rivayete göre, kendisi öldükten sonra karısının başka biriyle evlenmesini yasaklamıştır. Kadınlar hakkında söyledikleri birer alegori midir yoksa belagat açısından benzetmeler midir? Onu takip edenler yıllar sonra bile tartışıp dururlar. Kendisinin bir çok konu hakkında yazdırmış olduğu “cüzler” şeklindeki ders notları, daha sonra öğrencileri tarafından “kitap” haline getirilecektir.

Daha sonra, sığındığı kralın ani ölümüyle, ona karşı propagandalar artar ve eskiden yazmış olduğu bir beyit, bir ölümlüye ithafen yazılmış olduğu için, halkı tarafından yeniden suçlanır ve düşmanları onu yeniden dinsizlikle itham ederler. Ve tekrar kaçmak zorunda kalır. Kaçtığı yerde amansız bir hastalığa yakalanır ve 63 yaşında ölür.

Adından yada ünvanındanda anlaşılacağı üzere o yaşadığı dönemin en soylu, en cesur, en erdemli, geride bıraktığı öğrencileri tarafından adının bu anlamları yüzünden en çok övgüye layık görülen ve onlar tarafından en çok övülen kişidir.

Yıllar, yıllar sonra yazdıkları ve savundukları, “Bağdat Hikmetler Evi”nde ve “Endülüs emevilerinin” kurdukarı okullarda ders olarak okutulacak ve koca bir millet onun ortaya koyduğu doktirinle eğitilecektir.

Sistematik ahlak eğitiminin ilk kurucusu olarak kabul ediliyor. Tartışmaya açık fikirleri fazlacadır. Bunlardan en önemlisi, fakirler, soylu aileden gelmeyenler, köleler, siyasi nüfuzu bulunmayanlar, kadınlar ve cahiller hiçbir zaman mutluluktan tam olarak nasiplerini alamazlar” görüşüdür. Daha sonra ortaya çıkan doktrinlerde, her ne kadar inkar etselerde, üç aşağı beş yukarı, bu görüşle benzerlikler gösterir.

Şimdi bu şablonu unutmayın: – Küçük yaşta kahine götürülmştür. Kahin onda bir ışık görmüştür. İyi bir eğitim almıştır. Hocasının ona verdiği ilk emir “ikra”dır. Hicret etmiştir. Kendi doktrinini ortaya koymuştur. Mini cüzler halinde kitapçıklar bırakmış ve bunlar daha sonra bir araya getirilmiştir. Yaşadığı toplum tarafından dinsizlikle suçlanmıştır. Ama onu takip edenler tarafından övgüye en layık kişidir. Kızını evlat edindiği (himayesine aldığı) kişiyle evlendirmiştir. Kızının adı Pythias’dır (faytiyas). Babası Makedon kralı Amynthas’ın yakın dostu ve hekimidir. Ve 63 yaşında ölmüştür.

Kendisi antik çağın en hayran duyulan kişiliklerinden birisidir ve adı ARİSTOTELES’dir.

Biliyorsunuz yöneticiler kendi güçlerini sağlamlaştırmak için, tarihteki efsane kişilerin imajını çeşitli propagandalarla harmanlayarak, birleştirerek aktarır nesillere. Yıllarca Perslerle devam eden büyük kanlı savaşlarda hükümdarlık yapmış olan Makedonyalı Büyük İskender gibi bir imparatorun hikayelerini “zalimliklerini”, gazabını, fetih maceralarını nesilden nesile aktaran bir toplum, onun akıl hocası Aristo’dan, kendisinden ve en büyük generallerinden biri olan Apdolodimos’dan ne kadar etkilenmiş olabilir? Bu benim hep kendime sorduğum bir sorudur. İskender’in doğumunda gerçekleşen olağanüstü olaylar ve babasının Zeus olduğu hakkında çeşitli hikayeler bir çok tarhçi tarafından anlatılmıştır. Mısır’ın rahipleri onu Zeos Amon’un tanrı oğlu olarak ilan etmişlerdir.

Ha bu arada Aristo’nun kızı Pythia (faytiya) yada Pythias’ın isminin anlamını da bi ara araştırırsınız.

Şimdi gelelim yazının başında neden tırnak içinde hocasının “mağarasına” girdi dediğime. Aristo’nun hocası Platon’dur biliyorsunuz. Ve felsefe ile ilgilenenler, Platon’un mağra Alegorisini bilirler. Bilmeyenler bunu da bi araştırsın. Gölge ile gerçeğin bu alegorideki anlatımını. Çünkü mağaradaki zincirlenmiş kişilerin gördüğü gölgeler bile gerçeğin gölgesi olmayabilir.

(https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0skender)

 

Karmati Arman…

"Hislerimi Yazıya Dökmeye Gerek Yok" diyenlere Emojiler...

Yorumlarınız Çok Değerli

Üzgünüm. Bu içerik Yorumlara Kapalı